‘Ulysses Zeytin Bahçesi’nin Hikayesi (Kuledibi Dergi, Temmuz-Ağustos 2017)

“Homeros’a Selam Olsun”

Bir zeytin ağacının önemi nasıl anlatılır? Bu minvalde yazı için kafamda hiçbir şey canlanmadı başta; zeytin ağacı da diğer ağaçlar gibi değil midir, öyleyse onlar kadar önemlidir, ne eksik, ne fazla. Zeytin ağacının en iyi verim verdiği toprak, yamaçtır; göğe yükselen bulutun nemini çekecek içine ağaç! Sadece topraktan almayacak ekmeğini, suyunu. Bizim de böyle bir kıraç tarlamız vardı, dededen kalan; Dedağaç’tan 41’de göçünce bizimkiler, devlet 3-4 dekar arazi vermiş, biri de benim aileme düştü, yıl 99’du. Yamaç, tabandır bir diğer yanıyla, dikmek zordur fidanı, ellerini, avuçlarını patlatır adamın, yaba, kürek kâr etmez. Babam soğuk demir ustası, ama kafası en çalışanlarından! Haznesi silindir şeklinde olan, tepesinde bisiklet gidonuna benzeyen bir aparat yaptı, 7-8 dekara zeytin fidanı dikelim, başka türlü zaten mümkünatı yok, toprağın dini, imanı yok geçit vermiyor. Öyle teker teker, bileğe kuvvet diktik fidanları, tepeden elimizle pervane gibi çeviriyoruz gücümüz yettiğince aparatı, sonra yukarı doğru kuvvet uygulayarak silindir bloğu şeklinde dışarı çıkarıyoruz toprağı, fidanı yerleştirip cansuyuyla birlikte toprakla örtüyoruz. Günlerce sürdü o fidanları dikmek, sabah 5 öğlen 12 – akşamüstü 4 – akşam 9-10, lüküs şavkı, el feneri, allah ne verdiyse. Dikince büyüyor mu bu meret? Yaban delicesi mi bu? Ne gezer… Sulamak gerekiyor, bol bol, ama kararında, fazla verirsen de çiçeği narin oluyor, fırtınayı gördü mü döker! Otur ağla sonra! Salma su veremezsiniz, önünüzde metrelerce uzayan bir arazi, çorak, suyu salıyorsunuz, yıllarca aç kalmış, susamış toprak içine çekiyor, inanılmaz, tonlarca suyu emiyor. Çare yok, baş edilmez, gittik ince naylon bir hortum edindik, ama bir kadın bileği kalınlığında, ağaçların sırasına yatırdık boylu boyunca, bu sefer de pancar motor’dan (balıkçılar iyi bilir bu motoru, suyun içinde cayır, cayır çalışır) gelen su tazyikli geliyor, hortum patlayıp duruyor, koştur dur metrelerce, hal yoluna koyacağım diye… Ağaç diplerine açılan lökos (karık gibidir, ama yusyuvarlak sarar ağacı, su bu yuvarlak yuvaya dolar, besler ağacı) patlıyor, bazen; fırla git, kürekle besle duvarları, suyu zaptetmek için… Yine tam mesai, sabah 5-6, gece saat 10; bazı günler cehennem sıcağı, gündüz sulamıyoruz, toprak emmesin hemen diye, geceliyoruz, sabaha kadar açık arazide, fener altında zorlukla okuduğum kitapların dili olsa keşke… Gözlerim belki de bu yüzden bozuk, kim bilir. Yatağın yerini zor buldum, o iki-üç yı boyunca inanın. Lisedeyim diğer yandan, eve gelip atıyorum kendimi yatağa, gözlerimi kapatıyorum, ışık huzmesi şeklinde, ağacın dibine akan suyu görüyorum. Yaşar Kemal’i kim bizden iyi anlayabilir ki?
O günlerin üzerinden yaklaşık 10 küsur sene geçmiş… Her dostuma anlattım, yoldan çevirdim söyledim, efendime söyleyeyim, her fırsatta sosyal medyada gözüne soktum insanların, öfkeliydim çünkü, üreticinin elinden malı kapan simsar, büyük kârlarla malı insanlara ulaştırıyordu! Ne yaptım, ettim, kendim insanlara ulaştırdım ürünümü. İsmini de çok sevdiğim James Joyce’dan esinlenerek Ulysses Zeytinyağı koydum. Kime ne! Homeros’a da selam olsun! Tüccarı anladık, adam sistemin sıçanı… Tam dirilttik ağaçları, ne güzel serilip serpildiler, bundan üç sene önce devlet baba çaldı kapımızı! Dedi ben Yüksek Hızlı Tren yapacağım, e, bu tren Eskişehir’e gidecek, e, senin zeytinliğin içinden de geçiyor, e, biz keseceğiz ağaçları, açacağız yolu, senin eline de üç kuruş vereceğiz! Devletin bileği bükülür mü, bükülmez, boyun eğdik, aldılar bizim 2 dekarı, içinden geçirdiler trenyolunu, trenleri severim de, o yolun tozundan, pisliğinden korumak için zeytin ağaçlarını akla karayı seçtik. Çektiğimizi bir biz biliyoruz. Aynı şeyi İzmir’e yapılan paralı otoyol için de yaptı devlet, tuttu onu da bizim bölgeden geçirdi, o piyango bana çıkmadı neyse ki. Ama sayısız ağaç yok oldu bu yol uğrunda. O yol ne işe yarayacak; ben söyleyeyim yeni burjuva sınıfı güney’e 2 saat önce varacak, o sınıf devlete para verecek, devlet onları teşvik edecek, bu katar böyle sürecek? Gerek var mıydı? Çok mu önemliydi Güney’e 2 saat önce varmak? Cevabı size bırakıyorum…
Şimdi ise zeytin yasası geçirmeye çalışıyorlar, yine milyonlarca ağaçların yok olacağından dem vuruluyor, bu konuya da girmeyeceğim, yeterince görüyorsunuz sağda solda bu haberleri. Ama onca bilgi kirliliği arasında ne oldu biliyor musunuz? Bazı deprem bilimcileri son aylarda Manisa ve bölgesinde olan depremlerin suni olduğunu açıkladı. Bu otoyol ve trenyolu için kesilen milyonlarca ağaç, toprağın yüzeyinde derin dalgalandırmalar oluşturmuş anlaşılan, bu dalgalanmalar da en büyüğü 5 civarında olan depremlere yol açtı. Bazı köylerde kerpiç yapılar yıkıldı, insanlar evsiz kaldı, hayvanlar telef oldu, yıkıntı altında. 99 Körfez depremini hepimiz iyi hatırlıyoruz, oradaki depremin asıl sebebi -uzman değilim ama- denize büyük ölçüde dolgu yapılıp o alanların ticari faaliyete açılması idi. Kaç insanımızı kaybettik?
Değer miydi? Sevgilimi özlediğim gibi özlüyorum zeytin ağaçlarımı ben onları bırakıp gidince… Sonradan İzmir’de, İstanbul’da yaşadım; gazetelerde, yayınevlerinde çalıştım, hayallerimin peşinden koştum, hala da koşuyorum. 20’li yaşlarımda zeytin ağaçlarını almamıştım yanıma, farkında değildim onların öneminin, onlarsız da yapabilirim gibi geliyordu, büyüdükçe anlam değişti, şimdi galiba onlar da bensiz yapamaz, öyle hissediyorum. Şimdi hayallerime onlar da ortak, onlarla ilgili belgeseller, filmler çekmek istiyorum. Nereye gitsem, yanımda onlardan da bir parça götüyorum, bütün dostlarıma ikram ediyorum. Onlar sayesinde bir sürü dostlar edindim, onlar beni ehlileştirdi, daha iyi bir insan yaptı. Şaşıracaksınız ama ağaçlarımdan öğrendim ben insan olmayı, hala da nasıl insan olurum sorusunun cevabı arıyorum onların arasında zeytin bahçemde. Zeytinin mitolojik değerinden hikayesinden bahsetmek istemiyorum, internette o cilalı yazıları çok görüyorsunuz zaten. Geçtiğimiz günlerde bir zeytinyağı tüccarı bana mail atıp sitemdeki “kendi ağaçları olmayan şirketlerin zeytinyağını almayın lütfen” ibaresini çıkarmamı rica etti. Bir önemi yokmuş bunun ona göre! Kimin diktiğinin ne önemi varmış! Bir ağaç dikmenin onlara göre bir önemi yok, onlar emeğin nereden geldiğiyle ilgilenmiyorlarlar; bu ülkede milyonlarca zeytin ağacı yok edilse, onlar ithal eder nasılsa, gene gemilerini yürütürler. Peki ya insanlarımız, elleriyle bu toprağı işleyen, kıt kanaat çocuklarını büyüten, hayvanlarını bakan insanlarımız? Onlar deprem yıkıntıları arasında telef olsun öyle mi sayın efendiler!

ERCAN DALKILIÇ

*Bu yazı Kuledibi Edebiyat Dergisi’nin Temmuz-Ağustos 2017 tarihli sayısında yayınlanmıştır.

WhatsApp Size nasıl yardımcı olabiliriz?